19 Nisan 2012 Perşembe

dağınık

gece yarısı içilen rakının aceleciliğinde
bir anda kurulan çilingir sofrasına katık edilen hüzünle
uzak odaların birinde uyuyan senin rüyanı düşünmek
dağınıktı saçlarım, kestim, yudum yıkadım
dağınıktı aklım, unutulmuş kuytularda uyuyordum...

...

bütün kocaların ölü balıklar kadar bayat hayatları var....
televizyon ve yemek kokan akşamlarda öylece oturuyorlar
babalarına benzememek adına söylenmiş sözlerini birer birer yalanladığını düşünürler
bazı zamanlarda
ağır aksak gecelerde ağır aksak soyunarak bedenlerinin ölümünü seyrederler odalarında
sevişmek; evlenme memurunun uzattığı cüzdanda bir vize kaşesi kadar soğuktur, sakildir.
kocaların erkekliği bir cenk hikayesidir sorsan kendisine; aslı astarı solgun bir gece mırıltısı...

13 Nisan 2012 Cuma

Rubil...





bir akşam seni gördüm, uyuyordun
denizin bağrında açılmış dalgakıran
seni mavi denizden uzaklaştırıyordu
sessiz ve sakin bir gecede
ben seni izliyordum
seninle aramıza giren o büyük yalnızlığımı düşünüyordum
ölü deniz feneri bizi izliyordu
rubil, 
ben sana gelemem
sen bir ıssızlıkta uyuyorsun
benim uykularım başka geceleri doğuruyor...
sen uyumasaydın,
sen kalsaydın ben gitmeseydim...
ben masallara düşmezdim
sana kayıp gecelerin şiirlerini okumazdım
rubil, 
harita da yeri olmayan bir kıyıda sana baktım
ne küçük iç denizler, ne kıyısız okyanuslar
usulca gecenin koynuna girmiş bir kıyıdaydım
derin bir sessizlik bütün seslerimizi bastırıyordu
bir gün çözülürse bu sessizlik
ben sana şafağa dair sözler söylerim belki
belki sen uyanırsın
belki ben seni bulurum....

7.ocak....

rubil iki...




rubil,
geceyi sen dolduruyorsun
gündüzleri yokluğa karışıyorsun
biz geceleri şarabı sigaraya karıştırıp
sokaklara iniyoruz...
geceleri köpeklerin ve yalnızların adımları
öyle karışır ki birbirine
kim aslında yalnızlığında ulur bilemezsin
seninle biz ne geceler gördük bilirsin
sessizliğimiz öyle coşkulu olurdu hatırla
ter ve tutku unutulmuş odalardan
bizim sokaklarımıza doğru sızardı
 rubil sen
şimdi kayboluşun gizemli hallerine bürünmüş duruyorsun

rubilden sonra



sen çekilmemiş olsaydın o kıyıya
bağlanmasaydın denizci düğümüyle
ben seni çözebilseydim
deniz ve rüzgar bizi çağırırken 
fenerin ucundaki eflatun adam
yani ben
yani sen
gidebilseydik
başka bir geceye taşınsaydık
seslerimiz sessizliğimizde bilenmişken
söyleyebilseydik gerçeği

ben bunları sana söylemezdim
gece bizi yorganına çekerken
kıyılarına ve ormanlarına kar yağan 
o yazlık kasabadan çıkabilirdik.
o kıştan, o yalnızlıktan, o geceden
...
8 ocak

rubilin kışı...


"bu anılar öldürecek beni
heyhat, yaşarken unutabilir miyim?"
Yukovski

senin kıyılarına karlı bir günde geldik
sen sessizlik içindeydin
çayları söyledik ve sobanın başına kurulduk bir kahvede
zamanın ağır aktığı bir kış kahvesinde 
soğuktan üşüyen ellerimizi ısıtırken
muzip çocuklar gibiydik
biz hep çocuk gibiydik 
gülmemiz gülmek
ağlamamız ağlamak.
hiçbir hesabın kurulmadığı, 
ve uzak kaçışların tuhaf planlarının konuşulduğu anlarımız vardı ...
biz kaçamadık biliyorsun
biz bunu biliyorduk sanırım
saatler geçiyordu, günler geçiyordu
ama geçmiyordu senin olan an.

araya parça...




ürkek ve yabanıl erkeğin bedeni
sevgiyle okşanmış bedeni
sevgisizlikle parçalanmış bedeni
kadının teninde koşturan elleri
ellerinde sevgilinin bedeni
sonra
soğuk, deli soğuk bir gece
çağın dışına itilmiş bir mağaraya sığınan beden
soyundukça açılan yaraları
yatağı kanla dolduran yaralarından sızan acısı
adam bedenine bakıyordu
adam ölüşünü seyrediyordu erkeğin...
oda öyle doluydu ki, adam bir kıyısına sığındı
kaybedilmiş kavgaların ardından 
hırsından ölen boksör suratlı köpekler
bir ağızdan bağırıyordu
"makinist, araya parça"
21 ocak...

4 Nisan 2012 Çarşamba

mürekkep...



zamanı gelir,
sessizliğe terk edilen kışlık kasabaların,
usulca ve ansızın gidersin.
bir kıyıdan karşı kıyıya
belki de karşı kıyıdaki hayatına bakarsın
uzakta, çok uzakta bir karartı halinde durana
ya da mürekkep lekesi yazlık keten elbisen de
dün gibi aklındadır, mürekkebin dökülüşü
yayılışı, kelimelerin hızla lekeye dönüşü
yada veba moru, kan kırmızısı
sen nasıl hatırlarsan öyledir
dolabın en dibinde unutulmuş bir leke
aklında durmaktadır, o kıyıdan baktığında....
....
5 şubat.2012

fotoğraf

insana dair sevinçler
sevgili sözler
sözün yankılanmış hali
çıplak duvarda babamın resmi
gecenin yarısında
ter, tutku, geçmiş gelecek
odayı dolduran hüzün...

babamın resimdeki gençliği
gelip benim suretime yansıyan hali.
beni var eden adam
bendeki varlığı
bir sevincin üstünde asılı duran hüzün....

2007...çorlu

an...

sürüyor hayat,
kızımın düşlerinde ve şarkılarında
bizim yabanıl sessizliğimizde
ansızın gökyüzünden geçen kuş sürülerinin telaşında...

...

,,,

öptüm seni
uçurum gibiydi...
sönmüş ateş, kurumuş kan
inkarın kanattığı yaralar gibiydi dudakların

ontolojik bir ölüm...



kadınlar ve erkekler
aşkı öldürüyorlar her gece evlerinde
kanserli hücreler gibi büyüyor mutsuzluk odalarda
çoktan terk edilmiş stüdyo albümlerinin kurmaca estetiği
bir küfür gibi duvarlarda asılı duruyor
devlet dairesi portrelerinin asaleti kadar uyduruk, yapmacık ve ucuz...

3 Nisan 2012 Salı

us...



"Ölüm gibi karanlık / aşk gibi aydınlık"



sen nasıl istersen öyle olsun

istersen geceler, istersen gündüzler
ölümüne bıçak çekebiliriz yada sevişiriz
sevişirken ölebiliriz istersen
biz zaten ölmeyecek miyiz?
kimin kimi öldürdüğü sadece adliye hikayesi
hani "hikayen gerçek olsun" diyor ya o,
biz yalandan tanrılar, sabun köpüğünden erotizm yaparken
coğrafya ve tarih kuduz köpek gibiydi sokaklarda....
sonra ben bir iç bükey aynada seni gördüm
yazılmış şiirlerde fal bakıyordum oysa
usu parçalayan sözcükler arıyordum
seni anlatmak ve anlamak için...
aradığım kelimelerin anaforlarına kapılmış
mızrakların ucuna takılmış ayetlerle sana saldırıyordum
tanrılarımız bizi terk etmişti, geceydi
cinayet ve aşk arasında duran hayatımız
bitti....

gece..


mutfağında yemekler pişen / odalarında cinayet işlenen / unutulmuş eşyaların uyuduğu / ama senin/ ama benim uyumadığım / gece bitti...

şubat'ta açan çiçek...


menekşeleri peteklerin üzerinde büyütüyorsun
öylede güzel çiçek açıyorlar ki
dışarıda şubat
sen durmadan çiçeklerini seviyorsun, şarkılar söylüyorsun
öylede güzel...
sen çiçeklere ve çocuklara şarkılar söylerken güzelsin
bir çocuğu severken başak sarısına,
bir çiçeği düşünürken yeşile kesiyorsun
öylede güzel...
çiçek ve çocuk senin doğurgan ellerinde büyüyor

....

ben şubatın kısa günlerini, eksik çeken halini düşünürken
eksik günlerin bakiyesi olan hayatım
terk edilmiş sahil kasabalarından, kar tozan sokaklara 
gece yarılarında terk edilen adreslere
unutulmuş çay ocaklarının sandalyelerine
tadı acı taflana çalan ucuz şarapların kusturduğu gece yarılarına
yalnızlığın kırbacının açtığı derin yaraların sızısıyla
şubatın içine doğru gidiyor
günler kısa, günler öyle eksik

şubat-2012-çorlu


bir sanrı olarak şubat...






eksik günlerin, soğuk günlerin
kedilerin sessizce uyuduğu
çocukların oyun bahçeleri düşlediği 
salıncaklar ve kaydırakların çocuksuz kaldığı günlerin
elbette bir sızısı vardır

yaz yorgunu masalarında açılmamış servislerin
kumsallara vuran kaybolmuş deniz gözlüklerinin
elbette bir beklediği vardır

çiçeklerin solgun düştüğü
çiçekçi çırağının baharı düşlediği
kırların ve ağaçların kar altında beklediği günlerin
elbette bir umduğu vardır.

kayboluşların bir umudu vardır
gideni düşündüğün zamanların bir anlamı
geçer gider eksik günleriyle şubat
o uzun sokakta yeniden kedileri görürsün
kar geri çekilirken 
çocuklar ve salıncaklar savrulur çığlık çığlığa
rüzgara karışmış saçlarıyla...

....

at...






erkek ölünce  
o gri at 

o dönme dolaplara asılamayan,
o tımar edilemeyen, yuları olmayan
o süvarisi olmayan, 
her erkekle birlikte doğan
adı olmayan, 
ölünce uğrunda anıtlar dikilmeyen
o gri at
gider...

öfke...

"şehirlere bombalar yağardı her gece 
biz durmadan sevişirdik"




aşk öldü,
şehirler ölü işçilerin bağrında deviniyor
bir alt yazı olarak kaderimiz geçip gidiyor sokaklardan
sevişmek aşka dahil değil
sen aşka dahil değilsin
ben aşka dahil değilim
soyulmuş bir elmanın sesi kanar şarkımızda
sesler ve şiir böğüren hayvanın sesine benziyor
ben aşkın ölümünü gördüm...

şehirler barbarlara dayandı,
surlar kurduk, hendekler çevirdik
sonra ölü işçi bedenlerinden yeni şehirler kurduk
bir hikaye kitabı olarak das kapital okuyorduk biz seninle
ölü işçilerin hikayesiydi birazda,
biz gecelere hikayeler yazarken gecenin yarısında, 
sen aşkı sayıklarken, bir dokunuşu düşlerken
işçiler durmadan ölüyordu şehirlerde...
aşk orada öldü
boğazlanmış hayvanlar gibiyim şimdi

13 mart.2012.çorlu....

kitsch..





minenin evreninde erkeğin uğultusu vardı
yenilmiş erkekliğin satın aldığı ucuz bira salonunda 
masa da açan çiçek, yahut minenin pürüzsüzlüğü
hiç biri değil, 
-sohbet biraya dahil değildir-
satın alınan zaman
zamanın eğilmiş hali
duanın şafak vakti gelen huzursuzluğu
seni huzursuz eden müzik kutusunun pandorası...
pandoradan sızan umutsuzluk tavanda sallanıyordu
ve mine kendisinde toplanan bütün bakışları paraya çeviriyordu...
gecenin sonunda, 
unutulmuş erkek cenkleri, 
erotizmin sızısıyla dolu kasıklar,
bir bir toplanıyordu minenin evreninde...

9 mart.2012