10 Aralık 2012 Pazartesi

pencereden...

yağmur yağıyordu ve bahçede bir masa, üç sandalye terk edilmişti acımasız eleştiriye.... 
yağmur yağıyordu ve bahçede bir salıncak terk edilmişti sessizliğin ağırlığına...
yağmur yağıyordu ve bize bir şemsiye yetmiyordu....

23 Kasım 2012 Cuma

yürüyüş...

"odaları sana terk ediyorum
çıkmaz sokakları sana
kentin bütün kırlarında sana seslendim
sen gidiyorsun".... sg

ağır aksak adımlarla vardım sana geldim ey kentin boşluğu
tuhaf zamanların boşluğu vardı yanımda
yanımda mekansızlığın boşluğu
yanımda senin bıraktığın boşluk
sözün yankılanmayan boşluğu
akşam üstünün boşluğu
içini boşaltan amansız acının boşluğu
....
döndüm geldim....

9 Ekim 2012 Salı

rehber...


gece uyanıyorum,
elimi uzatıyorum, kimse yok...
ben devrilmiş ağaç gövdesine sarılıyorum
ıssız orman, sessiz orman, karanlık orman
gecenin sesinde susuyorum duymak için seni
sensin benim rehberim
hiçbir ışık saçmayan deniz fenerim
kıyıya çıkamıyorum, açık deniz, kıyısız deniz...

22 Eylül 2012 Cumartesi

senin evreninde...

"ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz" a.z.özger

yekpare bir yalnızlığın, su sızdırmaz, gün ışığı sızdırmaz bir günün bir gecenin içinde
seni durmadan yeniden ellerimle şekillendiriyorum tanrım; sensin tapındığım
senin tapınağını geceleri logolardan kuruyorum, kuru boyalarla boyuyorum sonra
kutsal sözlerin dilimde bir küfrün, bir reddin, bir yokluğun anlatımı
seni inkar ettiğim zamanlar oldu, sana acımasızca saldırdığım zamanlarda
ve senin yokluğunda ölümü, soluksuz bir acıyı göğüs kafesimde yaşadığım da
sen yüzünü dönünce bana, ben ölümü tanıdım,
varlığının topraklarında amansızca mezarlar kazdığımda oldu
inkarı ve tapınmayı ben sende gördüm
gün geldi, o gün, o gece, o zaman;
zaman yekpare bir acıydı senin evreninde
ben tam orada yeniden doğmak istedim.... s.gümüş.... eylülün gecesi....

15 Eylül 2012 Cumartesi


hiçlik....


‎"ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç" e. cansever



acı çeken hayvan sesiydi dünyayı dolduran
kelimeler cinayetlerin suretini çiziyordu defterime
yalanla yıkanmış ellerin vardı her şeye uzanırdı
ben seni gördüm o yolculukta
karaydı, karaydın, karasın, koyu zifiri bir karanlıksın
yol senin her adımında kapanıyordu
ve
hiç bir yere çıkılmıyordu senden başka....

totemler çağından bir figürdü bedenin
açlıktan gözü dönmüş müritlerin vardı
koparıyorlardı hiç durmadan göğüslerini, kollarını, dudaklarını...
bir yağma pazarında gece yarısı açılan tezgahta duruyordu sonra senden kalanlar
ben seni orada gördüm soluk bir ışık vardı sadece sesinde.

"biz yalandan tanrılar, sabun köpüğünden erotizm yaparken..."s.gümüş

senin tanrın ve bedenin aynı şeydi, acıyan bir şeydi, çürüyen bir şeydi
tarihin ve insanın yağmaladığı ne varsa sendeydi
terk edilmiş altın kasabalarının deli yalnızlığı vardı gözlerinde
eşelenmiş, içi oyulmuş, alt üstü edilmiş, damarlarından kanı çekilmiş
seni orada da gördüm.... ölüme benziyordun....

12 Eylül 2012 Çarşamba

anı...

sevgilim ölü bir deniz
kıyılarına deniz kabukları vuran;
uyutulmuş arzulardan
doğurgan bir öfke patlayacak
senin olan her şeyi 
dalgalarla geri alacak....

12 eylül t.dağ

26 Ağustos 2012 Pazar

depresif


gece söylenen bir sözcük çağırıyor bizi
soyun bana
soyun.
ölüm kadar yalnızlaştığım geceler bitsin....

ölüm ve kan ayinleriyle tapınan kalabalıklar dolu sokaklar
ben hiçbir arzu duymadan ölebilirim oysa
ölüme ve kana bunca tapınan kalabalıklar arasında
geceleri sözcüklerden seni kuruyorum ben
işim gücüm budur

soyun ve yaralarını göreyim
soyun bedeninde dolaşan kara öfkeyi göreyim
soyun kendimi göreyim...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

manik....



sen siyah çiçeklerin yetiştiği gece bahçelerindesin
geceleri çatlayan tohum senin gögüslerinde açıyor
sen geceleri açılıyorsun benim sularıma...
ben geceleri sana babı esrar okuyorum yırtık sayfalarından kitabın.

bir yitik, başka bir yitiğin derinlerinde duruyor biz bir geceye varınca
ve gece seninle beni aynı dünyaya doğruruyor....

1 Ağustos 2012 Çarşamba

ey acı

jiletle kazıyoruz şimdi sözcükleri duvarlardan
kara bir irin dökülüyor vebalı sözlerden
terk edilmiş evlerde bir kuytuya terk edilmiş sözler
bir kenarda acımasızlığa terk edilmiş fotoğraflar
duvarlarında parmak izlerinin kriminal suçları
ey acı 
sen ne büyüksün....
18 temmuz....

31 Temmuz 2012 Salı

akdeniz;
sakin ve davetkar bir kadındı...
tenimde tuzlu su
avucumda çakıl taşı

17 Mayıs 2012 Perşembe

33...


bir otuzüçlüğün bağrından çıkan ses
sen olmadan akan nehir gibi şimdi
dönüp duruyor, dönüp duruyor
bana gitmelerini hatırlatarak
akıyor gecenin karanlığına doğru.
kara ve sessiz bir gece de geçiyorum içinden
 
gitmek, bilmeden gitmek
kara bir plağın bağrından akıp duruyorum

yanlızlık zamanı...


adamı darmadağın eden öfke ile
geceyi seke seke sokaklara 
dağıtıyorum...
kasıklarımda durup durmakta olan
erkekliğin ölümünü
küfürlere ekleyerek
soysuz bir yanlızlığı
sana adıyorum...
sen uğursuz bir yokluksun...

kül...



sen sabahları gel
ben uyanıp sigaramı yaktığımda

kasım...


sen bir iç kanamasın bende
ciğerlerime kan dolarken
sigarayı hırsla çekiyorum içime...
kanıyorum oysa, sen farkında değilsin..
bir sızıyla yaşıyorum, adını koyamadan...
kasım diyorum
yapraklar falan dökülüyor gibi
içimde kırık dökük bir sızı büyüyor
kanıyorum aslında....

hiçbir doktor raporunda yer almayacak bir iç kanama halinde şimdi...

uyku....



iyi geceler 
gece yarılarında hatırladığım kadın
kaybolmuş zamanların gecelerinde 
kokusunu içime çektiğim kadınım

bir yatağa sığdırılmış geceler bitti...
iyi geceler...
yıldızlar falan, kışlar falan
yarım bırakılmış şarap kadehleri
bitirilmemiş sevişmelerin esrarı
arzusu, tutkusu, sevinci
iyi geceler...

şimdi herkes kendi uykusunun sahibi
ayrı yatakların,ayrı odaların....
yine de iyi geceler sana....

11 Mayıs 2012 Cuma

çözülme...


gecenin yorgun elleri saçlarını tarıyor
karanlık şarkılar geliyor ardı ardına
uyku kentin yabanıl sokaklarında bir evsiz 
bütün kapılar kilit üstüne kilitle kapatılmış
sen bitimsiz bir acıyla kanayan o derin yaranı yalamaktasın şimdi...

derenin sesi...

‎....

sana akan sularda yıkanmış taşlar getireceğim kızım
derelerin kıyılarında dizili olanlardan...
beş taş öğreneceğiz seninle
sen gözlerini yumunca saklanmış olacaksın
bütün duvarları kırmızıya boyayacağız durmadan
ben baba olmayı senden öğreneceğim
öğrenemediysem de yokluğunu
varlığını taşıyacağım daima kalbimde...

ruhun çölü


ölü atlar mezarlığında kayıp bir süvari duruyor.
ardında bıraktığı savaşların ölü atlarına mezarlar kazıyor,
süvari kaybettiği atlara ağlıyor, 
o doru atlara, o siyah atlara, o yeleli atlara...
bu mezarlıktan başka gidecek yeri olmayan süvari
o atlardan başka dostu olmayan süvari
savaşların öldürmediği bedenini taşıyor şimdi...

10 Mayıs 2012 Perşembe

insidon....

"dağınıktı saçlarım, kestim, yudum yıkadım
dağınıktı aklım, unutulmuş kuytularda uyuyordum..."


insidon....


ruhun kara sesiyle uyandığım geceler
sabahların ıssızlığında sigaranın yanarken çıkardığı ses
yabanıl bir öfkenin parlattığı gözler
sensin insidon


dağınıktı hayatım, bir cinnette yıkadım, yatırdım bir musalla taşına
yunmuş ve yıkanmış olandan geriye ne kaldı
boşlukta bir acı kaldı...



19 Nisan 2012 Perşembe

dağınık

gece yarısı içilen rakının aceleciliğinde
bir anda kurulan çilingir sofrasına katık edilen hüzünle
uzak odaların birinde uyuyan senin rüyanı düşünmek
dağınıktı saçlarım, kestim, yudum yıkadım
dağınıktı aklım, unutulmuş kuytularda uyuyordum...

...

bütün kocaların ölü balıklar kadar bayat hayatları var....
televizyon ve yemek kokan akşamlarda öylece oturuyorlar
babalarına benzememek adına söylenmiş sözlerini birer birer yalanladığını düşünürler
bazı zamanlarda
ağır aksak gecelerde ağır aksak soyunarak bedenlerinin ölümünü seyrederler odalarında
sevişmek; evlenme memurunun uzattığı cüzdanda bir vize kaşesi kadar soğuktur, sakildir.
kocaların erkekliği bir cenk hikayesidir sorsan kendisine; aslı astarı solgun bir gece mırıltısı...

13 Nisan 2012 Cuma

Rubil...





bir akşam seni gördüm, uyuyordun
denizin bağrında açılmış dalgakıran
seni mavi denizden uzaklaştırıyordu
sessiz ve sakin bir gecede
ben seni izliyordum
seninle aramıza giren o büyük yalnızlığımı düşünüyordum
ölü deniz feneri bizi izliyordu
rubil, 
ben sana gelemem
sen bir ıssızlıkta uyuyorsun
benim uykularım başka geceleri doğuruyor...
sen uyumasaydın,
sen kalsaydın ben gitmeseydim...
ben masallara düşmezdim
sana kayıp gecelerin şiirlerini okumazdım
rubil, 
harita da yeri olmayan bir kıyıda sana baktım
ne küçük iç denizler, ne kıyısız okyanuslar
usulca gecenin koynuna girmiş bir kıyıdaydım
derin bir sessizlik bütün seslerimizi bastırıyordu
bir gün çözülürse bu sessizlik
ben sana şafağa dair sözler söylerim belki
belki sen uyanırsın
belki ben seni bulurum....

7.ocak....

rubil iki...




rubil,
geceyi sen dolduruyorsun
gündüzleri yokluğa karışıyorsun
biz geceleri şarabı sigaraya karıştırıp
sokaklara iniyoruz...
geceleri köpeklerin ve yalnızların adımları
öyle karışır ki birbirine
kim aslında yalnızlığında ulur bilemezsin
seninle biz ne geceler gördük bilirsin
sessizliğimiz öyle coşkulu olurdu hatırla
ter ve tutku unutulmuş odalardan
bizim sokaklarımıza doğru sızardı
 rubil sen
şimdi kayboluşun gizemli hallerine bürünmüş duruyorsun

rubilden sonra



sen çekilmemiş olsaydın o kıyıya
bağlanmasaydın denizci düğümüyle
ben seni çözebilseydim
deniz ve rüzgar bizi çağırırken 
fenerin ucundaki eflatun adam
yani ben
yani sen
gidebilseydik
başka bir geceye taşınsaydık
seslerimiz sessizliğimizde bilenmişken
söyleyebilseydik gerçeği

ben bunları sana söylemezdim
gece bizi yorganına çekerken
kıyılarına ve ormanlarına kar yağan 
o yazlık kasabadan çıkabilirdik.
o kıştan, o yalnızlıktan, o geceden
...
8 ocak

rubilin kışı...


"bu anılar öldürecek beni
heyhat, yaşarken unutabilir miyim?"
Yukovski

senin kıyılarına karlı bir günde geldik
sen sessizlik içindeydin
çayları söyledik ve sobanın başına kurulduk bir kahvede
zamanın ağır aktığı bir kış kahvesinde 
soğuktan üşüyen ellerimizi ısıtırken
muzip çocuklar gibiydik
biz hep çocuk gibiydik 
gülmemiz gülmek
ağlamamız ağlamak.
hiçbir hesabın kurulmadığı, 
ve uzak kaçışların tuhaf planlarının konuşulduğu anlarımız vardı ...
biz kaçamadık biliyorsun
biz bunu biliyorduk sanırım
saatler geçiyordu, günler geçiyordu
ama geçmiyordu senin olan an.